top of page

BİR DE UZAYIN HUKUKU EKSİKTİ

Güncelleme tarihi: 4 May 2021

Teknolojik gelişmelerin hızlanması, uzaydaki insan faaliyetlerini ve onlardan kaynaklanan sorunları da yanında getirmektedir. Uzay hukuku bu sorunların sınırlarını ve kurallarını belirlemek amacı ile ortaya çıkan, gelişmeye açık genç bir hukuk dalıdır. Kaynakları hem milli hem de uluslararası hukuka dayanan uzay hukuku, uluslararası kamu hukukundan turizm hukukuna kadar hukukun sahip olduğu tüm dalları kapsar.


 

Dünya genelinde, belirli ülkeler dışında uzay alanında yapılan çalışmalara yeterince ağırlık verilmemesinden dolayı uzay hukukunun ana hatları hala yeterince oluşturulamamıştır. Uzay hukuku kesin ve bağlayıcı kurallara sahip olmamasına rağmen Birleşmiş Milletler nezdinde ve ülkeler arasında karara bağlanmış genel kurallar ve konular bulunmaktadır. Uzay hukukunun bu özelliği onun, uluslarası toplumu ilgilendiren güncel konular hakkında bağlayıcı olmayan, düzenleyici tedbirler yani soft law (yumuşak hukuk) olarak ele alınmasına bir sebeptir.



1957’de Spotnik 1’in SSCB tarafından uzaya fırlatılması, uzay yarışlarındaki harareti artırmıştır. ABD’nin ve SSCB’nin sırtlandığı bu yarış sonucundaki ikili görüşmeler daha sonraları Birleşmiş Milletler’e taşınmış ve 1958’de Ad hoc olarak BM’de kurulan Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı Komitesi (COPUOS) 1959’da daimi hale getirilmiştir. CUPUOS uzayı hem hukuki anlamda hem de teknolojik anlamda ele almıştır; Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen uluslararası antlaşmalar ve ilkeler bu platformda tartışılmaktadır.

Uzay ve uzaydaki faaliyetlere ilişkin sayısız anlaşmalar ve görüşmeler meydana gelmiştir. Bunlardan uzay hukukunun temel yapı taşları olarak adlandırabileceğimiz Türkiye’nin de tarafı bulunduğu altı uluslararası anlaşma vardır.


Sırasıyla:

  • 1963’te imzalanan atmosferde, uzayda ve deniz altında nükleer silah testlerinin yasaklanmasına yönelik ‘’Kısmi Test Yasağı Anlaşması’’;

  • 1967’de imzalanan devletlerin uzayın keşfi ve kullanım prensiplerini genel olarak düzenleyen anlaşma olan ‘’ Uzay Anlaşması’’;

  • 1968’de uzayda ki faaliyetlerde bulunan ve faaliyet araçlarına yönelik ‘’Kurtarma Anlaşması’’;

  • 1972’de devletlerin uzaydaki faaliyetlerinin sebep oldukları durumlardan ve zararlardan sorumlu olacaklarına ilişkin imzalanan ‘’Sorumluluk Anlaşması’’;

  • 1974 yılında imzalanan Birleşmiş milletler nezdinde oluşturulmasına karar verilmiş tescil ve tescilin hukuki sonuçlarını ele alan ‘’Uzaya Fırlatılan Cisimlerin Tescili Sözleşmesi”;

  • ve son olarak 1979’da Ay ve diğer gök cisimlerindeki hukuki ve fiziki yetkilerin tüm taraf devletlerce uluslararası topluma bırakılacağını öngören ‘’Ay Anlaşması’’ imzalanmıştır.



Ay Anlaşmasına, uzay yarışında kendine güçlü bir yer edinmiş olan ABD , Rusya, Çin, Japonya gibi ülkeler taraf olmamıştır ancak 2012 yılında bu yarışta hala kendine bir yer edinememiş olan ülkemiz anlaşmanın tarafı olmuştur.


Zaman içerisinde uzay hukuku hızlı gelişmelere şahit olsa da uzay alanında meydana getirilen çalışmaların hukuki niteliklerinin tanım ve içerik sorunu bulunmaktadır. Üzerine, yapılan ve imzalanan konulardaki tanım eksiklikleri ve içerik çelişkileri göze çarpmaktadır. İmzalanan anlaşmalarda anlaşmaya varılan noktalardaki açıklayıcı unsurların tanımlarının eksik olması olası bir sorun olarak ortaya çıkmakta, çalışmalarda faaliyet alanlarını ve güçlerini genişletmektedir. Örneğin, uzayın barışçıl amaçlarla kullanımı ilkesi, uzaydaki askeri faaliyetleri tamamen yasaklamaz ancak bu askeri faaliyetleri bilimsel çalışmalarla sınırlandırılmıştır. Bu ilkeye dayanarak ABD kendi uzay kuvvetlerini kurmuştur. Peki bu barışçıl amaçlar ve faaliyetlerin tanımı ve içeriği nedir? Askeri olmayan faaliyetler mi? Saldırgan olmayan askeri faaliyetler mi?


Uzayın barışçıl amaçlarla kullanımı ilkesi silah kullanımını yasaklamamakta, yörüngeye nükleer silahların, kitle imha silahlarının yerleştirilmesini yasaklamaktadır. Yörüngeye yerleştirilen silahların bilimsel ve barışçıl açıdan yerleştirilmesi içerik bakımından çelişki yaratmaktadır.



Uzay hukuku, diğer hukuk dallarına nazaran vaktinden önce gelişen yani zamanının ötesinde gelişmeye başlamış bulunan bir hukuk dalıdır. Daha açıklayıcı ifade ile uzay faaliyetlerinin hukuki niteliği için geliştirilen ve ortaya sunulan anlaşmalarla ilgili herhangi bir olumsuz örnekle karşılaşmadan önce uzlaşmaya varılmasına ihtiyaç duyulmakta ve bu durum uzay hukukundaki diğer bir soruna yol açmaktadır. Bu durum, uzay hukukunun çerçevesini belirleyen temel anlaşmaların ve anlaşma maddelerinin teoride işe yarar çözümler sunmalarına rağmen olası bir sorunla karşılaşıldığı anda yani pratikte işlevsiz hale gelmesidir.


Öne sürülen protokoller ve çözümlerin durumu daha karışık ve çözümsüz hala getirmesi, uzay hukukunun handikaplarındandır. Örnek olarak 1978 yılında gerçekleşen COSMOS-2251 uydu kazası verilebilir. Sovyet Rusya’nın uranyum yüklü uydusu Kanada’ya düştüğünde, sorumluluk anlaşması kapsamında SSCB uydu hakkında bilgi vermek zorunda iken devlet sırlarının istenmesini öne sürerek bilgi vermekten kaçınmıştır. Amerika Kanada’ya uranyum yüklü uydu enkazının bölgeden temizlenebilmesi için Operation Morning Light kodlu yardım operasyonu düzenlemiştir. Kanada ve ABD, Operation Morning Light kapsamında SSCB’nin yardım davetini reddetmiştir. Bu sorun, adalet divanına gitmek yerine diplomatik yollarla çözülmüştür. Örnekten de anlaşılacağı üzere sorumluluk kapsamında üç temel sorumlu devlet ortaya çıkmaktadır: Fırlatan devlet, fırlatmaya yardımcı olan devlet, topraklarından fırlatılan devlet. Bu kapsamda devletlerin sorumluluklarının kapsamı ve sorumluluk yüklerinin elverişli bir çözümü hala varlığını gösterememiştir.

 

Sonuç olarak, uzay hukuku kaynakları milli ve milletlerarası hukuka dayanan genç, üzerine düşünülmesi gereken bir hukuk dalıdır. Kapsamının genişliği ile özel ve kamu hukukunun kapladığı tüm alanlarla ilişiği vardır. Uzay hukuku, kesin ve bağlayıcı kurallara sahip olmadığından soft law (yumuşak hukuk) halini almış bir hukuk dalıdır. Bununla birlikte tanım ve içeriğe ilişkin netlik sorunları bulunmaktadır. Uzay Hukuku yeni ve gelişmeye açık, geleceğin hukuk dalı olmasına rağmen teoride başarılı ancak pratikte yetersiz kalan anlaşmalar ve uygulamadaki belirsizliklerinden dolayı dezavantajlıdır. Kanaatimce, uzay çağını yaşadığımız bu zamanda ülkemizin uzay yarışında geride kaldığını gözlemlemek çok da zor değildir. Bu yarışta yerimizi alabilmek, işlevsel olabilmek için bir an önce ülkemizin kapsamlı adımlar atıp uzay hukukunun temellerinin atıldığı bir dönemde seyirci konumundan sıyrılması gerekmektedir.



 


KAYNAKÇA



866 görüntüleme3 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page