Çevre hukuku, özellikle son yıllarda hem Türkiye’de hem de uluslararası camiada oldukça gündeme gelmeye başlayan bir hukuk dalı. Hızla gelişen teknoloji ile beraber, insanın çevreye sürekli müdahalesi her geçen gün daha da artıyor. Haliyle bu durum artık göz ardı edilemeyecek kadar büyük oranlarda çevresel sorunlara sebebiyet veriyor. Çevre hukuku üzerine yapılan çalışmalar da, işte bu çevresel sorunları çözüme kavuşturarak çevreyi korumayı amaçlıyor.
“Çevre hukuku, çevre ve insan arasındaki etkileşimleri düzenleyen, çevrenin korunmasını amaçlayan hukuk normlarını içerisinde barındıran hukuktur.”
Peki ya burada, “çevreden” kastımız ne? 2872 sayılı Çevre Kanunu 2. maddesi uyarınca çevre; “Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam.” olarak tanımlanır.
Çevre hukukuna ilişkin kuralları çok eski hukuk sistemlerinde dahi görebiliriz. Roma hukukunda buna örnek olarak Frontinus’in , “De Aquaeductibus Urbis Romae” adlı eserinde bahsedilen “Kamuya ait akan suları bir kimse kasıtlı olarak kirletmesin. Eğer biri bunu yaparsa, on bin sesters para cezası olsun” şeklindeki düzenlenme gösterilebilir.
Tabii, her ne kadar geçmiş çağlarda çevre hukukuna ilişkin uygulamalara rastlansa da, asıl olarak çevre hukukunun doğuşu 20. yüzyılın ikinci yarısına tekabül eder. 20. yüzyılda teknolojinin gelişmesi ve sanayileşmenin yaygınlaşması; çevre kirliliği, iklim değişiklikleri, küresel ısınma, kuraklık gibi birçok çevre sorununu da beraberinde getirmişti. Çevre sorunlarındaki bu inanılmaz yükseliş, bir şeylerin ters gittiğine dair bizlere bir işaretti. Çevrenin ve dolayısıyla toplumun sağlığı için artık birtakım tedbirler alınması şart olmuştu. İşte bu neticeyle de, çevre hukuku denilen yeni bir hukuk dalı doğmuş oldu.
Ülkemizde de, çevre sorunlarının çözümüne yönelik birçok yasal düzenleme mevcuttur. Bu düzenlemeler, çevre hukukunun ulusal düzeyde kaynaklarını oluşturur. Ulusal nitelikteki bu kaynakların başında, şüphesiz normlar hiyerarşisinin en tepesinde bulunan Anayasa gelir. 1982 Anayasası’nın 56. maddesinde yer alan; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmü ile çevre hakkı güvenceye alınmış, aynı zamanda vatandaşlara bu konuda çeşitli ödevler yüklenmiştir. Çevre hukuku kapsamında bir diğer önemli kaynak da 1983 tarihinde yayımlanan 2872 sayılı Çevre Kanunu’dur. Çevre Kanunu, çevre hukukunun en temel kaynağıdır.
Çevre sorunları, hiç kuşkusuz ulusal olduğu kadar uluslararası düzlemde de büyük bir önem teşkil etmektedir. Bu durum, devletlere uluslararası boyutta çeşitli düzenlemeler yapma gereksinimi doğurmuştur. Özellikle 5–16 Haziran 1972 tarihinde Stockholm’de düzenlenen Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı ya da Stockholm Konferansı, çevre hukukunun gelişimi açısından çok önemli bir rol oynamıştır. Bu konferans ile çevre sorunları ilk kez uluslararası bir konferansa konu olmuş ve hatta bu konferans ile ilk konferansın düzenlendiği tarih olan 5 Haziran, “Dünya Çevre Günü” ilan edilmiştir. Stockholm konferansı ile beraber, çevre hukukunun uluslarası arası bir boyuta ulaşması için gerekli süreç başlamıştır. Bu süreç içersinde çevre hukuku alanında uluslararası nitelikte birçok sözleşme hayata geçirilmiştir.
Çevre hukukunun, bazı temel prensipleri vardır. Önleme ilkesi, ihtiyat ilkesi, kirleten öder ilkesi, sürdürülebilir kalkınma ilkesi, katılım ilkesi, entegrasyon ilkesi ve işbirliği ilkesi karşımıza çıkan başlıca ilkelerdir. Günümüzde, çevrenin korunmasıyla alakalı ulusal ve uluslararası tüm metinlerde açık veya örtülü biçimde bu ilkelere yer verilmektedir bu sebeple evrenseldirler. Bu ilkeler, çevrenin korunmasına ilişkin yapılan çeşitli bilimsel çalışmalardan elde edilen veriler ışığında oluşturulmuştur.
Değerlendirme
Yazımı bitirmeden önce son olarak, bu konu hakkında ben de birkaç satır eklemek istiyorum. Çevre sorunları her geçen gün Dünya’yı yavaş yavaş yok ediyor. Herkes; tıpkı yaşama hakkına sahip olduğu gibi, sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına da sahip. Bu hepimizin anayasal hakkı. Fakat ne yazık ki devletler, içinde bulunulan bu durumu göz ardı edip çevre politikalarını ikinci plana atıyor. Eğer bu gezegende bir geleceğimiz olsun istiyorsak, bir an önce çevre sorunlarına yönelik inovatif önlemler almalıyız. Bu kapsamda çevre hukuku çok önemli bir rol üstleniyor.
Hem ülkemizde hem de Dünya’da , çevre hukuku alanında yapılan çalışmaların daha da yaygınlaşması ve çevremiz için mücadele eden insanların sayılarının artması umuduyla.
Yazar: Zehra Nur Yılmaz
Kaynakça
İstanbul Üniversitesi, “Çevre Hukuku Ders Notları”. https://cdn.istanbul.edu.tr/statics/hukuk.istanbul.edu.tr/wp-content/uploads/2014/11/cevre-hukuku.pdf
Vikipedi, “Çevre Hukuku”. https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87evre_hukuku
Gürseler, G.(1993). Türkiye’de Çevre Hukuku. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m1999-19993-863
Güneş, A.(2021). Ulusal ve Uluslararası Çevre Hukukukun Temel İlkleri. Haklar ve Araştırmalar Derneği, https://haklarvearastirmalar.org/wp-content/uploads/2021/09/Cevre-Hukuku-Ilkeleri-tekli-sayfa.pdf
Comments